Poz hikâyesi ve insanlık trajedisi

GY09S22Rıdvan AKGÜL
ADANA-634 Yol Bakım Onarım Şefi

Bu hikâye; demiryollarında demiryolcu tabiri ile pozun, halk dili ile Demiryolunun yenilenmesinin hikâyesidir.

Bu hikâye; özlemlerini, sevinçlerini, umutlarını, hasretlerini, üzüntülerini kısaca insana dair ne varsa heybelerine koyarak getirip, emek ve alın teri ile birleştiren ve yeni destanlar yazıp tarihe dipnot bırakanların hikâyesidir.

Bu hikâye; yüzyıl önce çalışmış, adı bilinmeyen, ama çalışmalar esnasında alın terlerinin kokusu alınan işçilerin yerlerine geçmiş yeni işçilerin; bilinmez, sesi duyulmamış hikâyesidir.

Bu hikâye; başka bir ülkenin sınırında geçen, hayallerinin sınırı olamayan insanların hikâyesidir.

Bu hikâye; yüzyıl önce yapılan Anadolu-Bağdat demiryolunu, günümüz teknolojisine uygun hale getirerek, yeni bir yüzyıla hazırlamanın hikâyesidir.

Bu hikâye; Türkiye’nin dört bir yanından toplanarak aynı amaç uğruna, kader birliği yapmış, aynı havayı soluyan, aynı karavanaya ekmek banan, aynı tastan su içmeyi bilen, ekip olabilmeyi başarmış 135 işçi, 28 operatör ve tamirci, 4 makinist, 2 Tren Teşkil Memuru 13 Hat Bakım Onarım Memuru ve 3 Şefin hikâyesidir.

Bu hikâyede yaşam bulan isimsizler, bir günde 180 adet Ray, 1350 adet Demir travers, 5400 adet Küçük yol malzemesi, 360 adet Cebire, 1440 adet Cebire Blonu sökerler. Yerine aynı gün 1080 metre yolun tesviyesini yapar, 105948 kg Ray, 418.065 kg Beton travers, 6968 adet malzeme sıkılması, 24 adet Cebire bağlanması, 2.525.000 kg balast taşı yükleme ve boşaltma işlerinin tamamını bir günlük mesai müddetinde tamamlar ve aynı gün, yeni yapılan yoldan trenlerin geçişinin seyrinin verdiği hazzı yaşarlar.

Burada gün, her yerden evvel başlar yaşanmaya. Sabahın dördünde başlar yeni destanlar yaratmanın heyecanı. Belki ekip şefleri bir sonraki günün programını yapmak için geceyi uykusuz geçirmiştir ama günlük program aksaksız tamamlanırsa eğer değmiştir geceyi uykusuz geçirmeye.

Ve eğer o gün kesilmemişse hiçbir işçinin parmağı, kırılmamışsa bir işçinin ayağı, ya da başka bir işkazası yaşanmamışsa adı; “ağır ve tehlikeli” olan bu işte, herkes mutluluğunu paylaşır yanı başındaki isimsiz kadim dostu ile.

Bir yanı uçsuz bucaksız Suriye, diğer yanı 500 metre mayınlı arazi. Ya ortasındasınız yolun ya da şaşarsa yolunuz, yolun sonundaki son soluğunuzdur aldığınız.

Burada her iş anda yaşanır ve he iş sistematik olmak zorundadır. Bir çarkın dişlileri gibidir her bir insan. Program uygun yapılmazsa hedef tutturulmaz. İşe başlarken ekip şefleri sabah aldıkları talimatları ekip çavuşlarına aktarır. Her ekip çavuşu kendi işini bilir ve ekibindeki işçileri, becerilerine göre konumlandırmıştır. Kimi su taşır arkadaşına adı sucudur. Kimi cebire keser adı şalomacıdır. Kiminin elleri nasırlaşmıştır traversleri uygun aralığa getirmek için, manivela sallar durmadan, adı; ekercidir. Kimi şablon çeker ceylan hızı ile travers serme ekibi durmasın diye. Kimi durmadan ip çeker, yolu kotuna getirmek için. Kimi ray koyar beton travers yataklarına, belki kambur gibi durur ray ağılığından, amaişbitince onsekizlik delikanlı olur mutluluktan. Kimi kot kazığı çakar sabahtan akşama, adı aplikasyoncudur. Velhasıl her bir kişi ne yapacağını bilir.

Soluklanma aralarında bir bardak kaçak çay hazırsa kaçar tüm yorgunluk. Ve içine tüm özlem ve umutların sarıldığı kaçak bir sigara sarılıp tüttürülebilinirse eğer, ilk nefeste ciğerlere çekilen, aslında arkada bırakılan hasretler, dumanla giden, günün tüm yorgunluğudur.

Ya o gün tüm ekibe soğuk birer içecek verilirse ve yanında birde kek dağıtılırsa bellidir fazla çalışılacağı. Söylenmeye başlar içinden herkes“Gene bağladı bizi şef”, “ha gayret arkadaşlar verin hakkını” “50 derece sıcakta bir bardak kola, değer 180 metre fazla yola” manileri duyulur, ama kimse itiraz etmez.

Yazın 50 derece sıcakta bir bulut birkaç dakika güzellik yapıp gölgelendirse ya da kışın bir bulut rahmet yağdırmadan geçse dostluk kurulur ve minnet duyulur onlara.

Günlük programın sonuna gelinip eski ve yeni yol bağlandı mı şairin dediği gibi vuslat zamanıdır.”

dantel dantel işliyoruz sevgiyi

motifleri yüreklerden yarattık

ipliğini didişerek döşedik

iki ruhu bir bedene sığdırdık

çok yol aldık özveriyle bezedik

emek açtık yüreklerde

bir olmayı ruhumuza kazıdık

özlem çöktü doldu süre

şimdi vuslat zamanı…

Ve bitmiştir eski yolun yeni yola hasreti. Kavuşmuştur sevgililer, belki bir menfezde, belki bir dağın bilinmezinde, belki yorgun bir işçinin yürek atışında.

Dönüş başlar şantiyeye. Varsa şantiyede evden bir hafta önce getirilen salçalaşmış domates ve yanında iki dilim peynir, yeter de artar bir sonraki günün enerjisini depolamaya.

Vakit tamam. Artık yatma zamanıdır. Burada gece kısadır ama gün, her yerden evvel başlar yaşanmaya… KARKAMIŞ/ANTEP.ARALIK/2011

Buraya kadar olan yazı kaleme alındığında Arap baharı denilen, Ortadoğu halkları için ise zemheri kışı yaşatan süreç Suriye’ye yeni bulaşmıştı. Suriye’de Esad daha isim evrimini tamamlamamış, Esed olmamış, halen kardeşimiz Esad ünvanı ile yaşamını devam ettiriyordu. ÖSO adı altında rejime karşı bir mücadele vardı. Suriye’de Esad rejiminin yıkılması ve yerine emperyalist güçlere daha çok hizmet edecek bir yapılanmanın şekillendirilmesi çabaları vardı. Ancak bizim Yol yenilemesi çalışması yaptığımız 2011 yılında Türkiye-Suriye sınırında savaş emaresi henüz yoktu. Ve insanlar gündelik yaşamlarını devam ettiriyordu.

Türkiye-Suriye sınırını bilen bilir. Öncesinde Skeys-Picot ile ilk paylaşımı yapılan, Ankara antlaşması ile şekli verilen ve Lozan’da sıkıntılar olmasına rağmen büyük oranda anlaşmaya varılan sınırın, Fırat’ın kenarında tarihi bir yer olan Gaziantep’in Karkamış ilçesinden sonrası için herhangi bir anlaşamamazlık yoktur. Karkamış’tan geçen Fırat nehrinden hemen sonra, Nusaybin’e kadar olan sınırı Demiryolu belirler.

Demiryolunun ilk yapıldığı dönemlerde Ortadoğu’ya Ulusçuluk akımı henüz tam anlamı ile bulaşmamış olduğundan Osmanlı’nın ümmetçilik anlayışı üzerinden bir projelendirme ile demiryolu güzergahı belirlenmiştir. Hal böyle olunca demiryolu bazen bir köyün ya da bir şehrin ortasından geçivermiş. Muhtemelen demiryolu evinin önünden geçen sakinler dönemin en muhteşem vasıtasının evinin önünden geçmesine pek sevinmiştir.

Sınırın demiryolu olarak belirlenmesinden sonra yerel halklar o andan itibaren büyük insanlık dramları ile karşı karşıya kalmış. Hasbelkader Demiryolu köyünüzün içinden geçmiş; anneniz, babanız, kardeşiniz veya herhangi bir akrabanızın evi demiryolunun diğer tarafında kaldı ise anlaşmadan sonra bir anda başka bir ülkenin vatandaşı oluveriyor. Sınırlar ülkeleri birbirinden ayırabiliyor ama insanları birbirinden ayıramıyor. Yaşam eskisi gibi devam ediyor.

1950’li yılların sonunda karşı komşudaki diğer ülkenin vatandaşı ile olan ilişkiler sınırın her iki ülkesini rahatsız edecek ki kaçakçılık bahanesi ile Demiryolunun Kuzeyi, Türkiye tarafında, köylülerin tarlaları ellerinden alınarak arazinin durumuna göre 100-500 metre arasında mayınlı arazi oluşturuluyor. -Bizler çalışmalar esnada demiryolu kenarında çok mayın ile karşılaştık.- Mayınlı araziden sonra da dikenli tel çekiliyor ve yüksek yerlerde konuşlanacak şekilde nöbet yerleri yapılıyor. Karşı ülkenin vatandaşlarının birbiri ile olan ilişkileri böylece kesilmeye çalışılıyor. Trajedi derinleşiyor. (1990 yıllarda TRT-1’de yayınlanan Sınırdaki bayramlaşma görüntüleri hafızamdaki canlılığını koruyor.)

Suriye tarafında ise herhangi bir tedbir alınmadığından, Yol Yenilemesi için Karkamış’tan hareket edip Fırat Köprüsünü geçtiğiniz anda Türkiye tarafına geçmeniz mümkün değil. Ancak Suriye tarafında kalan ve Suriye vatandaşı olanlar demiryoluna kadar arazilerini ekip biçiyorlar. Hal böyle olunca çalışmalar esnasında Suriye vatandaşları ile diyalog kurmamız kaçınılmaz oluyor.

Yol Yenilemesinde günlük ortalama 150 kişi çalışıyordu. Çalışan ekipte de Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinden Siirt’ten, Batman’dan, Mardin’den, Urfa’dan, Antep’ten, Hatay’dan, Osmaniye’den, Adana’dan, Kayseri’den, Sivas’tan, Mersin’den gelen insan vardı. Dolayısı ile ekipte anadili Kürtçe, Türkçe, Arapça olan hatta İngilizce ile haşır neşir olan çalışan vardı. Bu nedenle çalıştığımız bölge ister Kürt, ister arap, ister Türkmen olsun diyalog kurmakta hiç sıkıntı yaşamıyorduk. -İtiraf ediyorum; tarlalarından faydalanır, ekili arazinin durumuna göre salatalık, karpuz ve kavunlarını bazen izin alarak bazen de izin alacak durum yoksa izinsiz yerdik.-

Karşı ülkenin vatandaşları da ne tarihi tesadüftür ki bize çok benziyordu. Arap, Kürt, Türkmen fark etmez bize misafir gibi davranır, varını bizimle paylaşmaktan geri durmazdı. Az mı sabah kahvaltısında sütlerini içtik. Demliğe şekeri katılmış vaziyette getirilen çayı o yorgunlukta az mı içtik. (Karşı ülkenin vatandaşlarının damak tadı aynı olacak ki demliğe şekeri atar öyle getirirlerdi.)

Şimdi o topraklarda insanlık değerlerinin ayaklar altına alındığı bir süreç yaşanmakta. İslam ve İnsan düşmanı bir örgüt insanların başını kesmekte, kendilerine biat etmeyen Kürt, Türk, Arap, Asuri, Süryani, Ezidi bil cümle o coğrafyada yaşayan bilumum halkları bir kıyımdan geçirmekte. Küçük çocukların kafasını kesmekte, kadınları bir meta olarak görüp tecavüz etmekte ve köle pazarlarında satmakta.

Tarihte eşi görülmemiş bu barbar vahşet örgütünün orada yaşayanlara ne yaptığını biliyoruz. Bilgisayarlarımızın ekranına her gün bu vahşet görüntüleri bir propaganda aracı olarak düşüyor.

Ya biz ile ekmeğini paylaşan Kürt’e, Sabah kahvaltımıza süt getiren Türkmen’e, bahçesinden karpuz yediğimiz Arap’a ne oldu? Bekâr makinist arkadaşımızın ciddi ciddi evlenmeyi düşündüğü kıza da vahşice tecavüz edip öldürdüler mi? Yoldan çıkan demir travers ve rayları alıp götürdüğü için Suriye’nin içlerine kadar Tren Teşkil Memurunca kovalanan gence ne oldu? Keskin nişancı bir barbarca hedef alınıp vuruldu mu acaba? Ya o kara gözlü koca yürekli çocuklara ne oldu. Yoksa izlediğimiz görüntülerde kafaları kesilmiş bir şekilde olan çocuklar mıydı onlar? Hep çocuk mu kaldılar?

Dünyadaki tüm inanç ve ideolojiler yaşamak için yayılmacı bir politika izlerler. Beğeniriz beğenmeyiz, ütopik olacak ama tüm inanç ve ideolojiler yayılmaya çalışsın ama yayılma araçlar insani olsun bari.

Ez cümle genelde Ortadoğu ve özelde Suriye’de bir insanlık dramı yaşanmakta. Ve bizler halen etnik kimliğimiz, siyasi düşüncemiz, dini inancımıza göre olayları yorumlamaktayız.

Ama o coğrafyada İnsan(lık-lığımız) ölmeye devam ediyor…